1 Eylül 2007 Cumartesi

The X-Files

Dünya dışı varlıklara inanıyor musunuz? Uzayda bizden başka canlılar, bizimki kadar ileri, hatta daha ileri uygarlıklar var mı sizce? Bazı geceler pencereden dışarı baktığınızda gördüğünüz ışık saçan o uçan nesne UFO olabilir mi?

Bu gibi sorulara olumlu cevap verme eğilimindeyseniz “The X-Files” tam size göre demektir.

FBI’a bağlı olarak çalışan ve dünyanın dört bir yanındaki esrarengiz olayları araştıran gizli bir birimin iki ajanı, Ajan Fox Mulder ve Ajan Dana Scully ile birbirinden garip olaylara tanık olacak ve hükümet yetkililerinin sakladığı gerçeklerle yüzleşeceksiniz.

ABD’de ilk kez 1993 yılında ekranlarda görülen “The X-Files” dokuz sezon boyunca en çok izlenen ve sevilen diziler arasında yer aldı. Chris Carter’ın yarattığı konsept üzerine inşa edilen dizi gerçek bir efsane haline geldi ve dünyanın dört bir yanında hayranları tarafından The X-Files kulüpleri kuruldu.

(bkz. the x-files@itüsözlük)
(bkz. the x-files@ekşisözlük)

Without a Trace

Federal Soruşturma Bürosu* bünyesinde bulunan Kayıp Kişiler Timi’nin görevi, kaybolduğu bildirilen insanları bulmak. Kayıp Kişiler Timi’nin elindeki tek bilgi, ortadan kaybolan kişinin adı. Tim kayıp kişiyi tanıyanlardan alınan bilgilerle, aradıkları kişinin psikolojik profilini çizerek işe başlıyor. Kayıp olduğu bildirilen kişinin son 24 saatinin canlandırıldığı “Kaybolma Günü”, ekibin izleyeceği politikayı belirleyen kilit noktalardan biri.

Gündemdeki diğer polisiyelerden farklı olarak “Without a Trace”, dizinin kahramanları arasındaki insani ilişkileri, kişisel yaşamlarına dair detayları ve başarısızlıkları izleyicisiyle paylaşmaktan çekinmiyor. Birçok bölümde, ajanların kişisel sorunları peşinde koşulan kurbanı bulma sürecinde başlı başına birer “öykü” haline dönüşebiliyor. Ancak bu sanıldığı gibi sadece “gerçeklik etkisi” yaratmak için tasarlanmış bir kurgu değil. Ünlü prodüktör Jerry Bruckheimer, “Without a Trace”de kurban ile kahramanları ilişkilendiriyor. İnsani yönlerini ortaya koyan kahramanlar bu yolla kurbanın da insani taraflarının ortaya çıkmasına önayak oluyorlar. Başta Altın Küre ödüllü Anthony LaPaglia olmak üzere kadrosundaki oyuncuların performansıyla güçlenen “Without a Trace”, son yılların en farklı dizileri arasında yer alıyor. Polisiye yapısının yanı sıra işlediği insan öyküleriyle de izleyicileri kendisine bağlıyor.

(bkz. without a trace@itüsözlük)
(bkz. without a trace@ekşisözlük)

Two and A Half Men

Malibu sahilinde yaşayan çapkın ve bekar Charlie Harper (Charlie Sheen) reklam filmlerine şarkı sözü yazar. Söylediğine bakılırsa, başarılıdır da (iddiasına göre Teenage Mutant Ninja Turtles’ın tema müziği ona aittir). Charlie, yalnız yaşamaktan son derece memnun; ama hemen her gece başka bir kadınla uyumak kaydıyla...

Her şey tam da istediği gibi giderken, günün birinde eşi Judith (Marin Hinkle) tarafından kapı önüne konan kuralcı erkek kardeşi Alan (Jon Cryer) ve onun 10 yaşındaki oğlu Jake (Angus T. Jones) Charlie’yle yaşamak için ona taşınırlar.

Kardeşi Alan ve oğlu Jake ile birlikte yaşama fikri Charlie’ye başta cazip gelmese de sonradan onlara o kadar alışır ki bu aile yaşantısını kaybetmemek için elinden gelen her şeyi yapar.

Charlie ve Alan’ın baskıcı ve her şeye karışan anneleri Evelyn (Holland Taylor), Charlie’nin “tam bir hayal kırıklığı” olduğunu düşünüyor; Alan’ın ise “onu torun sahibi yaptığı için” hayatını alt üst ettiğini. Charlie’nin yan komşusu Rose (Melanie Lynskey) ise Charlie’ye takıntılı bir tutkuyla bağlı ve sık sık ziyaretlerine geliyor.


(bkz. two and a half men@itüsözlük)

(bkz. two and a half men@ekşisözlük)

South Park

Büyümekte olan dört çocuğun, Cartman, Stan, Kyle ve Kenny’nin gözünden dünyadaki politik, sosyal ve güncel olayların ironik bir şekilde ele alındığı dizi, yetişkinler için hazırlanmış içeriğinden anlatımına kadar “kendine has” bir yapım.


Matt Stone ve Trey Parker adlı Colorado'lu iki genç tarafından 1997’de yaratılan “South Park”ta her dakika güleceğinizi kimse garanti edemez, ama yaratıcılarının da iddia ettiği gibi çok sık “şaşıracağınız” muhakkak!

South Park”, gerçekten var olan bir kasabadan esinlenilerek yaratılmış. ABD’nin Colorado eyaletinde yer alan Fairplay, “South Park” dizisinde mekan olarak kullanılan kasabanın bulunduğu yer. 1859 yılında altın bulunmasıyla “altın arayıcı”larının hücumuna uğrayan “gerçek South Park” aynı zamanda dünyada en çok UFO görülen yerlerin de başında geliyor. Nasıl, diziyle ilgili bazı şeyler yerine oturmaya başladı, değil mi?


(bkz. south park@itüsözlük)

(bkz. south park@ekşisözlük)

29 Ağustos 2007 Çarşamba

The Sopranos

Tony Soprano ve ailesi, hikâyelerine sıfır noktasından başlıyor. New Jersey’de yaşayan, dünyanın en meşhur kurmaca Mafya ailesi, CNBC-e’de. 10 Ocak 1999’da yayına giren Sopranos ailesi çok geçmeden herkesi etkisi altında aldı. “New York Times”ta çıkan bir yazıda, “Son çeyrek yüzyılda Amerikan pop kültürünün en büyük ürünü” olarak tanımlandı.
Bir avuç suçlu, hırsız ve soğukkanlı katilin heyecanlı maceralar yaşamasını beklemek normal ama, yaşadıklarının insana aynı zamanda komik gelmesi hiç de alışılmış bir şey değil. HBO’nun çok ödüllü dizisi The Sopranos işte bunu başarıyor. Yaratıcısı David Chase, daha önce Northern Exposure (Kuzeyde Bir Yer) ve I'll Fly Away gibi dizilerde yazar-yapımcı olarak çalışmıştı. Asıl adı David DeCesare olan İtalyan/Amerikalı Chase, dizinin büyük kısmının otobiyografik olduğunu söylüyor: “aile işi” açısından olmasa da, aile içi ilişkiler açısından.
Dizinin renkli karakterlerine ve onları canlandıran (bir kısmı ödül almış) oyunculara bir göz atalım: kendine atık idarecisi süsü veren orta yaşlı mafya babası Tony Soprano’nun (James Gandolfini) faaliyetleri, karısı Carmela (Edie Falco), kızı Meadow (Jamie Lynn Sigler) ve oğlu Anthony Jr. (Robert Iler) tarafından hiç tuhaf karşılanmıyor. Tony, hem karısıyla çocuklarına ve dul annesine, hem de bir “capo” sıfatıyla New Jersey mafyasına karşı aile babası görevlerini yerine getirmeye çalışıyor. Annesi (Nancy Marchand), bir huzurevine konmaya karşı çıkıyor. Amcası “Junior” Soprano (Dominic Chianese), sürekli Tony ile bir iktidar mücadelesi içinde. Tezcanlı yeğeni Christopher Moltisanti ya da Chris’i (aynı zamanda dizinin yazarlarından biri olan Michael Imperioli) kontrol etmek bir mesele. Sonunda Tony Soprano çareyi pskiyatra, Dr. Jennifer Melfi’ye (Lorraine Bracco) gitmekte buluyor, ama onun meslek dalında böyle şeylerin duyulması iyi değildir, adamı mıhlayıverirler. Onun için bir psikiyatra gittiği gerçeğini mümkün mertebe gizli tutuyor. The Sopranos’ta ayrıca, Joey’in ablası Gina olarak tanıdığımız Drea de Matteo, aynı zamanda yönetmenlik yapan Steve Buscemi ve zaten yönetmen olan Peter Bogdanovich de oynuyor. Argo ve vahşetin sınır tanımadığı, kara mizah serpiştirilmiş bu agresif diziyi kaçırmayın.

(bkz. the sopranos@itüsözlük)
(bkz. the sopranos@ekşisözlük)

Six Feet Under

Ölülerle dolu bir ev ne kadar canlı olabilir? Evlerinin salonunda cenaze törenleri düzenleyen, bodrum katında da ölülerin makyajını yapan bir ailenin pek normal olması beklenemez zaten, ama bu aile sınırları gerçekten zorluyor. Geçimini cenaze levazımatçılığı yaparak kazanan Fisher ailesi üyelerinin ilk sezonda hep beraber tanıdık. Babaları Nathaniel'ın öldükten sonra denize düşen akvaryum balıkları gibi çırpınan aile fertleri artık huzur peşinde. Ancak anne Ruth'un başkalarında aradığı kendi kişiliği, kızı Claire'ın hayattaki amaç arayışı, oğlu David'in cinsel kimliğiyle barışması ve Nate'in talihsiz kazadan sonra beyninde oluşan hasarla mücadelesi tüm gerilimiyle devam ediyor.

"American Beauty"nin senaristi Alan Ball'dan, geçimlerini "başkalarının ölümlerinden" kazanan Fisher ailesinin ölüler arasında hayatta kalma savaşını anlatan eşsiz bir dizi. Her bölümünü farklı bir yönetmenin çektiği "Six Feet Under" izleyenleri görsel açıdan da fazlasıyla tatmin ediyor.


(bkz. six feet under@itüsözlük)
(bkz. six feet under@ekşisözlük)

The Simpsons

Tuhaf görünüşleri ve sıradışı tavırlarıyla Amerika’da en uzun süreyle yayında kalma rekorunu kıran “The Simpsons”, yayın hayatına 1987 yılında Tracy Ulmann Show’da kısa skeçler olarak başladı. Animasyon dünyasında çığır açan bu “uçuk” aile, yarım saatlik çizgi dizi formatına dönüştürülürken orijinal karakterlerin görünüşleri de değişti. Kısa bir süre sonra da televizyon tarihinin en önemli yapımlarından biri oldu.

Liseyi sonunculukla bitirebilen Homer, lise aşkı Marge ile evlendikten sonra Springfield’ın orta sınıf ailelerinin yaşadığı Evergreen Terrace’da bir yaşam kurar. Üç “ilginç” çocukları olur. Homer zaman geçtikçe birayı, donat’ları, Marge’ın hazırladığı pirzolaları ve İspanyol kanalında Bee Guy’ı sevdiğini fark eder; bir de patronu Mr. Burns ve komşusu Ned Flanders’dan nefret ettiğini...

Marge “kutsal aile birliği”nin, kutsal tarafı. Tam bir iyilik meleği. Çocuklarını ve tüm olumsuzluklarına karşın Homer’ı çok seviyor. Hayattaki tek lüksü, her gün yerçekimine başkaldıran uzun mavi saçlarını yaptırmak.

Saksofonun yanı sıra okula gidiyor olmayı da “keyif aldığı uğraşlar” arasında sayan Lisa, herkesin onun bir vejeteryan olduğunu bilmesini istiyor. Dünya barışından sonra en çok istediği şey ise bir midilli. Bart ise tam bir felaket. Kilisedeki ilahi yazıları uydurma metinlerle değiştirmesi “icraat”larının masum bir örneği...


(bkz. the simpsons@itüsözlük)

(bkz. the simpsons@ekşisözlük)